quick-art-space.title

10 Ocak 2025

Palas Pandıras: Desen Halıçınarlı’nın son 10 yılından bir seçki

Nergis Abıyeva’nın küratörlüğünde 10 Ocak-1 Nisan tarihleri arasında gerçekleşiyor

Paylaş

Palas Pandıras: Desen Halıçınarlı’nın son 10 yılından bir seçki 

İçinde yaşadığımız şehir her gün değişiyor, dönüşüyor. Çevremiz hafriyat kamyonlarıyla sarılı, dört bir yanımız toz duman. Pencereden dışarıya, yukarıdan aşağıya, dışarıdan eve, her cihetten gördüğümüz manzara günbegün değişiyor, İstanbul’un kent dokusu biteviye kabuk değiştiriyor. Sonsuz bir mutenalaştırma içinde evimizin bulunduğu sokağı tanıyamayacak durumdayız. Zaten artık güven içinde “evim” diyebilmek, pek çoğumuz için imkânsız. Desen Halıçınarlı, öğrencilik yıllarından beri şehir üzerine düşünen, şehri kendi deneyimleriyle birleştiren bir sanatçı olarak İstanbul’un kent imgesiyle ve bu imgenin değişkenliğiyle ilgileniyor. İzmir’de güzel sanatlar lisesinde okuduktan sonra, 2001’de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi resim bölümünde öğrenim görmek için taşındığı İstanbul’un tarihi dokusuyla ilgilenmeye başlayan sanatçı, Beyoğlu, Galata, Karaköy gibi semtlerde yer alan, yüzyıllardır ayakta duran binaları resimlerine ve gravürlerine taşıyor. Pencereden dışarı baktığında ya da kafasını yukarı kaldırdığında gördüğü kent dokusu Halıçınarlı’nın 2000’lerin başından beri pratiğini şekillendiriyor, İstanbul ile birlikte pratiği de dönüşüyor. 

Kent İmgesi başlıklı kitabında Kevin Lynch, kentte her durumda gözün görebileceğinden, kulağın işitebileceğinden fazlasının var olduğunu iddia ediyor. Keşfedilmeyi bekleyen dekorların ya da manzaraların çoğu zaman kendiliğinden deneyimlenemediğinin altını çiziyor. İstanbul aşığı diplomat ve şair Joachim Sartorius’a göre ise bütün kentler içinde İstanbul, anıları açısından en zengini ve en unutkanı:

Unutmanın ve anımsamanın iyi kullanımı üzerine burada çok şey öğrenilebilir. Yalnız Antik çağı ve onun edepli çöküşünü, Bizans’ı, parçalanan Yeni Roma’yı, artık sanatsal bir güzellik kazanmış olan gri taştan sarıkları kastetmiyorum. Bunu belki de, daha güçlü olarak “genç” mahallelerde hissediyorum. Pera yakasındaki Beyoğlu’nda, otuzlu ve kırklı yıllarda İstanbul’un kozmopolit ve çok dilli mahallesinde. Bir zamanlar var olan görkeminden aşağı inişi, çürümüşlük taşıyan karyatidleri, Yunanca, Arapça ve Fransızca yazıları olan apartman girişlerinin bulunduğu Beyoğlu, benim en sevdiğim semt.

İstanbul’a taşındığında şehri bir “flaneuse” edasıyla yürüyerek keşfeden Halıçınarlı’nın resimlerinde de bahsi geçen “görkemli çürümüşlüğün” bellek mekânları önemli bir yer kaplıyor. Tesadüfen rastladığı, bekçisi tarafından gezdirildiği Terra Santa İspanyol hastanesi ve şapeli, tarihi boyunca üzerinde iktidar savaşlarının yaşandığı Beyoğlu Belediyesi binası, 2011-2022 yılları arasında atölyesinin yer aldığı Karaköy’deki Fransız geçidi civarında yer alan Nimet Han... Sanatçı, yanlışlıkla çatısına çıkan Beyaz Rusya kökenli bir turistten atölyesinin bir zamanlar bir rahibin odası olduğunu öğrendiğinde mistik ve gerçeküstü bir manzaranın içinde olduğunu duyumsar. Soğan başlıklı kubbeleriyle Karaköy’de çeşitli binaların çatılarında dikkat çeken dört adet Rus kilisesi, Halıçınarlı’nın araştırma konusu haline gelerek resimlerinde karşımıza çıkar. 

Şehir plancısı ve yazar Kevin Lynch’a göre bir şehirde yaşamanın aslında bir imgede yaşamak olduğunu çoğu zaman unuturuz: “O kentin caddeleri, bulvarları, kıyı şeritleri, tarihi binaları, görkemli köprüleri, alışveriş merkezleri hep bir izlenimi pekiştirir gibidirler. Üstelik bir kenti algılayış zaman içinde olduğu gibi kişiden kişiye de değişir. Herhalde aynı olduğunu ileri sürebileceğimiz tek şey olsa olsa akla gelen sorulardır: İçinde hareketli bir yaşantının sürdüğü bir kentin yapısı tam olarak ne anlama gelmektedir? Yaşadığımız kente ilişkin edindiğimiz imge hangi duyarlığın ürünüdür? Bir yerde iki kere kaybolmak mümkün müdür? Kişisel tarihimize eşlik eden bir kent tarihinden söz etmek mümkün mü?”

Peki şehre bakışımız ne yöne doğrudur? İçeriden, evin içinden karşı apartmana mı bakıyoruzdur? Esasında bakışın yönü, şehirden şehre hatta semtten semte değişebilir; özellikle İstanbul’un eski semtlerinde yürürken bazen kafamızı kaldırma ihtiyacı duyarız. Halıçınarlı’nın yapıtları söz konusu olduğunda bu bakış çoğul ve çokludur. Bize İstanbul’da dolaşırken kafamızı kaldırmamız, kuytuya girip bakmamız, bir şekilde gizlenen inceliklere ve tesadüflere açık olmamız gerektiğini salık verir. 

“Palas Pandıras” sergisine tuval üzerine yağlıboya resimlerin yanı sıra gravürleri ve gravürlerin yapım sürecinden geriye kalan kalıpları da dâhil ettik. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde eşzamanlı olarak resim ve gravür eğitimi alan sanatçı için kazımak, oymak, rölyefimsi bir eylemdir. Pratiğinin en başından itibaren işlerini iki boyut ve üç boyut arasında, “iki buçuğuncu” boyutta üreten Halıçınarlı’nın üç boyutlu düşünmeye başlamasında gravür büyük bir etkendir. Sanatçı, 2017’den itibaren fonksiyonunu yitirmiş nesneleri, kendi deyimiyle “çöp olmayan ama kullanıcısı tarafından atılan”, çöpmüş gibi davranılan şeyleri yeniden biçimlendirmek üzerine çalışır. Bunun en yetkin örneklerinden biri Kent Çöpleriserisidir. Bu serinin başlangıcını oluşturan, Nimet Han’ın eski elektrik sigortasının panosunu sökerek yaptığı üç boyutlu yerleştirme izleyicilerle ilk defa buluşmak üzere sergideki yerini aldı.  

Halıçınarlı’nın pandemi sürecinde başladığı “Yuvam neresi?” serisi, ilhamını 5 eşit kenarlı 12 yüzeyli geometrik form olan “Dodekahedron” nesnesinden alıyor. Bu geometrik formlar sanatçı için evin sadece maddi bir varlık olmadığını; düşüncelerin, anıların, duyguların katmanlaşarak iç içe geçtiği bir alan olduğunu ifade ediyor. Halıçınarlı, resimlerinde yer alan leylek, horoz gibi kanatlıları “Kuşlar iki dünya arasında yaşıyorlar, hem havada hem yerdeler. Uçuyorlar, konuyorlar. Bu yüzden onları resimlerime dahil ediyorum sanırım.” diyerek açıklıyor.

İsmini Michel Foucault’nun ortaya attığı “heterotopya” kavramından ödünç alan, yapımı bir yıl süren (2017-2018) iki resim, gerçek bir mekânın ismiyle müsemma birden fazla uzam-zamana bölündüğünü göstererek hâyâl ile hakikât arasında salınıyor. Heterotopya I  ve Heterotopya IIadlı resimlerinde heterotopya kavramı ile ilişki kuran mekânsal, melez ve heterojen bir kurgu söz konusu. Gerçek bir yerden kesitler var ama boyutlarıyla ve biçimleri ile var olmayacak kadar da hayalîler. Farklı dönemleri eşzamanlı olarak aktaran Halıçınarlı’nın resimlerinde kentin fiziksel, topografik ve toplumsal yaşam normları ile oluşan iktidar sınırlarını görebiliriz. Bu sınırlar keskin çizilmemiş organik ve kaotik alanlar olarak cereyan ediyor. Kuşbakışı boğaz hattını görsek de kent örüntüsü olması gereken yerde değil. Apartmanlar veya olaylar haritadaki doğru yerlerinde olmasalar da şehrin tanıklık ettiği bazı olayları hissedebiliyoruz. Evleri ya da konuları birbirine bağlayanlar ise Halıçınarlı’nın resimlerinin imzası haline gelen elektrik telleri. 

“Palas Pandıras” sergisi, son kişisel sergisini 2012’de gerçekleştiren Halıçınarlı’nın pratiğinin dönüşümünü, katettiği yolu, üretimine kattıklarını kapsamlı bir şekilde inceleme daveti ve aynı zamanda yaşadığımız şehre daha dikkatli gözlerle bakma çağrısı.

 

Nergis Abıyeva

  1. 1Kevin Lynch,Kent İmgesi, İş Bankası Kültür Yayınları, s. 1.
  2. 2Joachim Sartorius, “Gözlerin Dinlendiği Yer ya da İstanbul’dan İlk İzlenimlerin Etkin Bir Sıralaması”, Ekim 1992, İstanbul / Ocak 1993, Berlin, çeviri: Sezer Duru, Maçka Sanat Galerisi arşivi.
  3. 3İstanbul’a ilk taşındığında Beyoğlu civarında çalışan ve yaşayan sanatçı, başka sanatçı arkadaşlarıyla birlikte git gide şehrin dışına itildiğinin farkındadır. Emlak piyasasındaki rant ve spekülasyonla yerinden edilen pek çok sanatçı gibi, Halıçınarlı da 2011-2022 arasında çalıştığı atölyesinden taşınmak zorunda kalır ve 2022’den beri Kadıköy Yeldeğirmeni’ndeki atölyesinde çalışmalarını sürdürür.
  4. 42022 Eylül’ünde Uras ile birlikte Nimet Han’da yer alan çatı katı atölyesini ziyaret ettiğimizde, Desen’in manzaralarıyla yapıtları arasındaki bariz ve dolaylı ilişkileri daha iyi anlamıştık.
  5. 5Kevin Lynch,Kent İmgesi, İş Bankası Yayınları.
  6. 6Desen ile tanışmamız İTÜ’nün anıtsal Taşkışla binasında mühendislik bölümü öğrencilerine verdiği gravür dersi sırasında gerçekleşmişti. 1 Haziran 2022’de öğrencilerinin final ödevinde gravürlerini basarken ben de Desen’in davetiyle bir gözlemci olarak aralarındaydım.

Diğer Sergiler