quick-art-space.title

11 Nisan 2025

Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak

Quick Art Space’in üçüncü grup sergisi, Nergis Abıyeva’nın küratörlüğünde 11 Nisan-4 Haziran tarihleri arasında gerçekleşiyor

Paylaş

Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak


Kendisini ani bir şekilde kaybetmemizin ardından sevgili dostum, sanatçı ve akademisyen Gülçin Aksoy’un defterlerinden birine bakarken karşıma “henüz özgür değiliz” cümlesi çıkmıştı. Nisan 2024’ten beri Gülçin’in defterine kocaman harflerle yapıştırdığı “henüz özgür değiliz” ifadesi üzerine düşünüyorum. Gülçin’in bu cümleyle kastettiği şey, beni uzun düşünce egzersizlerine, o düşünce egzersizleri de özgürlük üzerine bir sergi yapmaya itti. Sıkışmışlıkla, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla, İstanbul’da yaşamakla ilgili bir sergi bu.Kendime sorduğum soruların neticesi: Özgürlük bir yanılsama mı ya da özgürlük kisvesi altında nesneleştiriliyor muyuz? Bir özgürlük sanrısının içinde miyiz yoksa kapana kısıldığımızın farkında mıyız? Sokaklarda yalnız başına özgürce yürümekten korkan kadınların özgür hissetmesi mümkün mü? Mezar taşında “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm” diye yazan Kazancakis’in önerdiği gibi özgürlüğün önkoşulu hiçbir şey ummamak ve hiçbir şeyden korkmamak mı? Özgürlük çok uzun zamandır tartışılan, üzerine devasa bir literatür olan evrensel ve biraz yorgun bir kavram olsa da hâlâ üzerine düşünmeye değer ve güncel.

“Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak” ifadesi, çok sevdiğim Anne with an E dizisinde bir bölümün ismiydi. Lucy Maud Montgomery'nin Anne Green of Green Gables adlı kitabından uyarlanan, 19. yüzyıl Kanada’sındaki feminist dönüşümleri içeren dizi, özgürleşmenin katmanlarına da odaklanır. Bu başlık, Charlotte Bronte’nin Jane Eyre kitabında Mr. Rochester’ın Jane Eyre’a söylediği bir cümleden devşirilmiştir: “Bazen senin hakkında epey tuhaf bir hisse kapılıyorum. Bilhassa bana şimdiki kadar yakın olduğunda. Sanki buraya, kalbimin olduğu yere, sol kaburgamın altına düğümlü bir ip var ve sana da benzer bir şekilde sıkıca düğümlü.”

“Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak” sergisine özgürlük kavramıyla dolaylı ya da doğrudan ilgilenen, işlerinden bana özgürlük biçimlerinin ya da sıkışmışlığın sirayet ettiği beş sanatçıyı davet ettim. Çeşitli yüklerle, toplumsal cinsiyet kalıplarıyla yaşamanın özgürlüğe balta vuran taraflarıyla ve kendimize nefes alabilecek alanlar yaratmakla ilgilenen sergi, mücadelenin henüz bitmediğine, belki de bitmesinin imkânsızlığına işaret ediyor. Coşkuyla ve özgürce kutlanması gereken 8 Mart’ların ve Mart ayına yayılan toplumsal cinsiyet farkındalığının ardından kalan tortulara, sloganlara, kelimelere, ifade biçimlerine ve olanaklarına odaklanıyor.

Eylül Ceren Ersöz’ün sergi için ürettiği “Körfez Savaşı” resmi, yıkımın ortasında insan kalmaya dair sessiz bir direniş. Bir çocuğun ellerinde tuttuğu kuzu, sadece korunmaya muhtaç bir canlı değil aynı zamanda varoluşunun dayandığı son kırılgan bağ. Şiddetin ve kaosun ortasında insan kalabilme çabası başka bir hayatı koruma içgüdüsüne dönüşmüştür; bu içgüdü yalnızca hayatta kalmaya değil özgürlüğe de dairdir.Kendi hayatının kontrolünü kaybetmiş bir bedenin hâlâ başka bir canı kurtarmaya çabalamayı seçmesi, özgürlüğün en saf hâli olarak karşımıza çıkar. Bu figür, toplumsal felaketlerin bireysel varoluş üzerindeki gölgesinde kendi varlığını sürdürebilmek için bir karşı duruş sergilemeyi tercih eder. Öznel bir varlık alanı yaratma mücadelesi verir. Özgürlük burada bir mekâna ya da sınırlara bağlı değildir; bilakis, en kısıtlı anlarda bile seçebilme gücünde gizlidir. Savaşın dayattığı silikleştirme, yalnızca bir istatistik haline getirme eğilimi karşısında bu küçük jest, bir kimlik ve özgürlük beyanıdır: “Ben buradayım, hâlâ hissediyorum ve hâlâ seçiyorum.”

Merve Dündar’ın “Birikenler” serisi, 2017’den beri güncel söylemlerde sıkça kullanılan ve zihnini meşgul eden kelimelerin rastlantısal ve deneyimsel bir şekilde bir araya gelmesinden oluşur. Zaman içinde bu kelimelere yenileri eklenerek önceki formların üzerine biner ve yeni katmanlar oluşur. Sanatçı bu işlerde kelimeleri bir malzeme olarak kullanır. Ortaya çıkan formlar, bir yandan iç dünyaya ait manzaralar sunarken diğer yandan düzensizlik ve sınırsızlık hissi yaratarak günümüzün hızlı bilgi akışının doğurduğu manipülasyonlarla iç içe geçer.

Dündar, “Miras: Kadın” ve “Miras: Erkek” adlı (2024) kağıt üzerine dikiş işlerinde dilin ideolojik taraflarıyla ilgilenir. Türk Dil Kurumu’nun ilk baskısı 1945’te yayımlanan sözlüğü, dildeki değişime bağlı olarak düzenli olarak güncellenir, 12. baskı 2023’te çıkar. Sanatçı bazı kelimelerin zamanla değişen anlamlarına bakarak kültürel ve toplumsal değişimin izini sürerek şu soruları sorar: “Toplumsal kodlarımızın kökeni nerede? Annelerimizin, babalarımızın, büyüklerimizin taşıdığı ve onlara aktarılan kodlar neler? Bu kodların ne kadarını biz devraldık ve bizden sonrakilere nasıl aktarıyoruz? Kelimeler aracılığıyla üzerimizde nasıl bir otorite kuruluyor?”

Dijital ve fiziksel üretim süreçleri arasındaki ilişkileri görünür kılan Meltem Şahin, sergiye özel olarak ürettiği “Kopuş” adlı çalışmasında Vakvak Ağacı efsanesinde kadınları saçlarından ağaca asılı, edilgen arzu nesneleri olarak tasvir edilmesinden yola çıkmıştır. Efsanenin aksine bu çalışmada kadınlar kendi hikâyelerini yeniden yazarlar: Ortadaki kadın, koparılmayı ve tecavüze uğramayı reddeder ve saçını keserek kendi özgürlüğünü kazanır. Düşerken elindeki makası diğer kadına fırlatır—birinin kaçışı, diğerlerinin kurtuluşunu mümkün kılar.“Kopuş” Kitab al-Bulhan (Harikalar Kitabı) el yazmasındaki Vakvak Ağacı tasvirinin bir yorumudur. Orijinal çizime eşlik eden Arapça metin, sanatçı tarafından “Kadının Vakvak Ağacından Özgürleşmesi” ifadesiyle değiştirilmiştir. Eser, yalnızca tarihsel bir miti yeniden yorumlamakla kalmaz aynı zamanda İran’daki Jin, Jiyan, Azadî (Kadın, Yaşam, Özgürlük) hareketine de bir gönderme yapar. Kesilen saç, bir kaybın değil başkaldırının işaretidir.

Erdem Varol için fotoğraf çekmek hayatta kalmanın bir yoludur. Bir sanatçı olarak en büyük ilham kaynağı her köşesinde farklı hikâyelerin belirdiği bir şehir olan İstanbul’dur. Başka şehirlere seyahat ettiğinde bile kendini İstanbul'dan etkilenmiş fotoğraflar çekerken bulan sanatçı, yıllar geçtikçe yaşadığı şehre benzemeye başladığını düşünür: Doğu ile Batı, modernlik ile gelenek, kalabalıklar ile benlik arasında sıkışmış olmak. Her zaman hareket halinde ama aynı zamanda hareketsiz olmak. Sergide ilk kez gösterilecek olan “Gece Çökünce Güneşe Yaslan” serisinden fotoğraflar, rastgele karşılaşmalarda ortaya çıkan duygularla şekillenir.

Seramiği feminist müdahalelerle dönüştüren Irmak Dönmez, “Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak” sergisi için yeni işler üretti. Sanatçı, “kızkardeşlere mektuplar” olarak zarf görünümde yaptığı porselen işlere “dump him”, “i can’t fix your fragile masculinity” (kırılgan erkekliğini ben tamir edemem) ve “if you fear the dark at night we’ll burn the city down” (gece karanlıktan korkarsan bu şehri ateşe veririz) yazarak 8 Mart Dünya Kadınlar günü yürüyüşlerine ithafen feminist sloganları çağırır.Kadınların maruz kaldığı tehditlere ve tanık olduğu kadın cinayetlerine Çilem Doğan'ın “dear past, thanks for all the lessons” (sevgili geçmiş, verdiğin tüm dersler için teşekkürler) yazılı tişörtüyle cevap verdiği “Dear Past” (2021) de “Benzer Bir İpe Düğümlü Olmak” sergisindeki yerini almıştır.

Nergis Abıyeva

Diğer Sergiler